Bu makale 1567 kez okundu.
1. Giriş
Sağ Kalan Eşin Çifte Sıfatı ve Hakları
Eşlerden birinin vefatı, Türk Medeni Kanunu (TMK) uyarınca sağ kalan eş için karmaşık ancak önemli hukuki sonuçlar doğurur. Sağ kalan eş, bu durumda iki temel sıfatı ve bu sıfatlara bağlı hakları bünyesinde toplar: Bir yandan miras hukukundan kaynaklanan yasal mirasçılık sıfatı ile vefat eden eşin terekesinden pay alma hakkına sahip olurken; diğer yandan, evlilik birliği devam ederken geçerli olan mal rejiminden, özellikle de yasal mal rejimi olan edinilmiş mallara katılma rejiminden (EMKR) kaynaklanan bir alacak hakkına sahip olabilir. Bu alacak hakkı, "katılma alacağı" olarak adlandırılır ve evlilik birliği içinde edinilen mallar üzerinden doğan bir alacak olarak değerlendirilir. Bu çifte hak sahipliği, sağ kalan eşin mali menfaatlerinin korunması açısından hayati bir öneme sahiptir ve uygulamada dikkatle ele alınması gereken birçok detayı barındırır.
Makalenin Amacı ve Kapsamı
Bu makalenin temel amacı, sağ kalan eşin Türk Medeni Kanunu çerçevesinde sahip olduğu bu iki temel hakkı – yasal miras payı ve edinilmiş mallara katılma rejiminden doğan katılma alacağı – yürürlükteki kanun maddeleri ve Yargıtay'ın güncel içtihatları ışığında kapsamlı bir şekilde incelemektir. Bu bağlamda, öncelikle sağ kalan eşin yasal mirasçılık sıfatı ve miras payı oranları ele alınacak, ardından yasal mal rejimi olan edinilmiş mallara katılma rejiminin temel prensipleri, kişisel ve edinilmiş mal ayrımı, artık değerin hesaplanması ve katılma alacağının belirlenmesi konuları detaylandırılacaktır. Ayrıca, bu iki hakkın birbiriyle olan etkileşimi, uygulamada "çifte tasfiye" olarak bilinen sürecin işleyişi ve sağ kalan eşin özellikle aile konutu ve ev eşyası üzerindeki özel hakları (TMK m. 240 ve m. 652) da incelenecektir. Makale boyunca, Yargıtay kararlarından örnekler verilerek teorik bilgilerin pratikteki yansımaları ortaya konulmaya çalışılacaktır.
Temel İlke: Sağ Kalan Eşin Korunması
Türk Medeni Kanunu'nda hem miras hukukuna hem de mal rejiminin tasfiyesine ilişkin düzenlemelerin temelinde yatan ana fikirlerden biri, sağ kalan eşin sosyal ve ekonomik olarak korunmasıdır. Kanun koyucu, eşlerden birinin ölümüyle birlikte diğer eşin yaşam standartlarında ani bir düşüş yaşanmaması, alıştığı sosyal çevrede yaşamını sürdürebilmesi ve ekonomik bir güvenceye sahip olması amacıyla çeşitli mekanizmalar öngörmüştür. Bu koruma ilkesi, sağ kalan eşe tanınan miras payı oranlarının belirlenmesinde (özellikle altsoy veya ana-baba zümresiyle birlikte mirasçı olduğunda payının göreceli olarak yüksek tutulması) ve evlilik birliği süresince edinilen mallar üzerindeki haklarının katılma alacağı yoluyla tanınmasında kendini açıkça göstermektedir. TMK m. 499, sağ kalan eşe, miras bırakanın diğer yasal mirasçılarına göre belirli ve güvenceli paylar tanırken, 1 Ocak 2002'den itibaren yasal mal rejimi olarak kabul edilen edinilmiş mallara katılma rejimi de, eşlerin evlilik birliği içinde karşılığını vererek elde ettikleri malvarlığı değerleri üzerinde kural olarak eşit hak sahibi olmaları prensibine dayanır (TMK m. 236). Bu iki farklı hukuki kurumun, yani miras hukuku ve mal rejimi hukukunun, sağ kalan eş lehine önemli mali sonuçlar doğuracak şekilde düzenlenmiş olması, kanun koyucunun onu özel olarak koruma altına alma yönündeki bilinçli bir hukuki tercihini yansıtmaktadır. Dolayısıyla, bu iki hak birleştiğinde, sağ kalan eşin mali durumu önemli ölçüde güvence altına alınmış olur; bu da "koruma" ilkesinin çifte bir yansıması olarak değerlendirilebilir.
2. Sağ Kalan Eşin Yasal Miras Hakkı
Yasal Mirasçılık Sıfatı
Sağ kalan eşin vefat eden eşine yasal mirasçı olabilmesinin en temel koşulu, ölüm anında evlilik birliğinin hukuken devam ediyor olmasıdır. Boşanma kararı kesinleşmiş veya evlilik birliği başka bir sebeple sona ermiş ise, önceki eşin mirasçılık sıfatı bulunmaz.
Yasal Miras Payı Oranları (TMK m. 499)
Türk Medeni Kanunu'nun 499. maddesi, sağ kalan eşin yasal miras payını, birlikte mirasçı olduğu diğer yasal mirasçıların ait olduğu zümreye (kan hısımı grubuna) göre farklı oranlarda belirlemiştir. Bu oranlar şöyledir:
Mirasbırakanın altsoyu (çocukları, evlatlığı ve onların altsoyları) ile birlikte mirasçı olursa: Sağ kalan eş, mirasın dörtte birini (1/4) alır. Mirasın kalan dörtte üçü (3/4) ise altsoy arasında paylaştırılır.
Mirasbırakanın ana ve baba zümresi (annesi, babası veya bunların ölmüş olması halinde onların altsoyu olan kardeşleri, yeğenleri) ile birlikte mirasçı olursa: Sağ kalan eş, mirasın yarısını (1/2) alır. Mirasın diğer yarısı (1/2) ise ana ve baba zümresine kalır.
Mirasbırakanın büyük ana ve büyük babaları ve onların çocukları (amca, hala, dayı, teyze ve kuzenler gibi) ile birlikte mirasçı olursa: Sağ kalan eş, mirasın dörtte üçünü (3/4) alır. Mirasın kalan dörtte biri (1/4) ise bu zümreye ait olur.
Yukarıdaki zümrelerden hiçbir mirasçı bulunmuyorsa (yani mirasbırakanın altsoyu, ana-baba zümresi, büyük ana ve büyük babaları ile onların çocukları yoksa): Mirasın tamamı (1/1) sağ kalan eşe kalır.
Bu oranlar, sağ kalan eşin miras payının, terekenin kimlerle paylaşılacağına bağlı olarak nasıl değiştiğini açıkça göstermektedir. Özellikle altsoy veya ana-baba gibi yakın hısımların varlığı durumunda dahi sağ kalan eşe önemli bir pay ayrılması, kanun koyucunun onu koruma iradesinin bir göstergesidir.
Saklı Pay (TMK m. 506)
Sağ kalan eş, Türk Medeni Kanunu'na göre saklı paylı mirasçılardandır. Saklı pay, mirasbırakanın ölüme bağlı tasarruflarıyla (vasiyetname veya miras sözleşmesi gibi) dahi ortadan kaldıramayacağı, yasal mirasçının miras hakkının dokunulmaz bir bölümünü ifade eder. Mirasbırakan, saklı paya tecavüz eden bir tasarrufta bulunmuşsa, saklı paylı mirasçı tenkis davası açarak hakkını alabilir. Sağ kalan eşin saklı payı, birlikte mirasçı olduğu zümreye göre yasal miras payının belirli bir oranıdır:
Mirasbırakanın altsoyu veya ana ve baba zümresiyle birlikte mirasçı olması hâlinde:
Sağ kalan eşin saklı payı, yasal miras payının tamamıdır.
Yani, altsoy ile birlikte mirasçı ise yasal miras payı 1/4 olduğundan, saklı payı da 1/4'tür.
Ana ve baba zümresi ile birlikte mirasçı ise yasal miras payı 1/2 olduğundan, saklı payı da 1/2'dir.
Diğer hâllerde (örneğin, mirasbırakanın büyük ana ve büyük babaları ve onların çocukları ile birlikte mirasçı ise):
Sağ kalan eşin saklı payı, yasal miras payının dörtte üçüdür (3/4).
Bu durumda yasal miras payı 3/4 olduğundan, saklı payı (3/4)×(3/4)=9/16 olur.
Tek başına yasal mirasçı olması hâlinde (başka mirasçı yoksa):
Sağ kalan eşin saklı payı, yasal miras payının dörtte üçüdür (3/4).
Bu durumda yasal miras payı 1/1 (tamamı) olduğundan, saklı payı 3/4 olur.
2007 yılında Medeni Kanun'da yapılan değişiklikle mirasbırakanın kardeşlerinin saklı pay hakkı kaldırılmıştır.
Bu oranlar, sağ kalan eşin miras yoluyla elde edeceği asgari güvenceyi net bir şekilde ortaya koymaktadır. Saklı pay, mirasbırakanın son arzularına karşı dahi sağ kalan eşin haklarını koruyan önemli bir hukuki kalkandır.
Mirasçılık Sıfatını Etkileyen Durumlar
Sağ kalan eşin yasal mirasçılık sıfatı mutlak değildir ve bazı durumlar bu sıfatı etkileyebilir veya ortadan kaldırabilir:
Boşanma Davası Devam Ederken Ölüm: Eşlerden biri hakkında açılmış bir boşanma davası devam ederken o eşin vefat etmesi durumunda, evlilik birliği ölümle sona ermiş olur. Ancak, TMK m. 181 uyarınca, ölen eşin mirasçıları (örneğin çocukları veya anne-babası) boşanma davasına devam ederek sağ kalan eşin boşanmada kusurlu olduğunu ispatlayabilirler. Eğer sağ kalan eşin kusurlu olduğu mahkeme kararıyla tespit edilirse, bu eş ölen eşine mirasçı olamaz ve varsa lehine yapılmış ölüme bağlı tasarruflarla (vasiyetname gibi) kendisine bırakılan hakları da kaybeder. Bu durum, sağ kalan eşin mirasçılık sıfatını etkilerken, mal rejiminden kaynaklanan katılma alacağı hakkını doğrudan etkilemez. Sağ kalan eş, evliliğin ölümle sona ermesi nedeniyle mal rejiminin tasfiyesini ve (varsa) katılma alacağını talep etme hakkını korur. Bu ayrım, miras hakkının (kusur nedeniyle) kaybedilebileceği ancak mal rejimi hakkının (evlilik birliğine yapılan katkının bir karşılığı olarak) ölümle birlikte muaccel hale geldiği anlamına gelir. Bu durum, devam eden bir boşanma davası sırasında eşlerden birinin ölümü halinde, davanın adeta bir "kusur tespiti davasına" dönüşebileceğini ve sağ kalan eşin haklarının miras ve mal rejimi açısından ayrı ayrı değerlendirilmesi gerektiğini gösterir.
Mirastan Yoksunluk Halleri (TMK m. 578): Kanunda sayılan belirli ağır fiilleri (örneğin mirasbırakanı kasten ve hukuka aykırı olarak öldürmek veya öldürmeye teşebbüs etmek, mirasbırakanı ölüme bağlı tasarruf yapamayacak duruma getirmek veya tasarrufunu ortadan kaldırmak gibi) işleyen eş, kanun gereği mirastan yoksun kalır ve mirasçı olamaz.
Mirastan Feragat, Ret, Iskat: Sağ kalan eş, mirasbırakanla yaptığı bir mirastan feragat sözleşmesiyle veya mirasbırakanın ölümünden sonra mirası reddederek mirasçılık sıfatından vazgeçebilir. Ayrıca, mirasbırakan tarafından haklı bir nedenle mirastan çıkarılmış (ıskat edilmiş) olabilir. Bu durumlar da miras payını etkiler.
Zina ve Hayata Kastın Mirasçılığa Etkisi: TMK m. 236/2, zina veya hayata kast nedeniyle boşanma halinde kusurlu eşin katılma alacağının azaltılmasına veya kaldırılmasına imkan tanırken, bu fiillerin mirasçılığa etkisi farklıdır. Zina veya hayata kast, doğrudan mirastan yoksunluk sebebi değildir. Ancak, TMK m. 510 kapsamında, bu tür ağır kusurlu davranışlar mirasbırakan için haklı bir mirastan çıkarma (ıskat) sebebi oluşturabilir. Eğer ölen eş, sağlığında bu sebeplere dayanarak sağ kalan eşi mirasçılıktan çıkaran geçerli bir ölüme bağlı tasarruf (vasiyetname gibi) yapmamışsa, sağ kalan eşin mirasçılık sıfatı devam eder. Yani, sağ kalan eşin zinası veya hayata kastı, mirasçılığı doğrudan ve kendi başına ortadan kaldırmaz; mirasbırakanın bu yönde bir irade beyanında bulunmuş olması gerekir.
3. Sağ Kalan Eşin Mal Rejiminden Doğan Katılma Alacağı
Yasal Mal Rejimi: Edinilmiş Mallara Katılma Rejimi (EMKR)
01 Ocak 2002 tarihinde yürürlüğe giren 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu ile birlikte, eşler arasında yasal mal rejimi olarak edinilmiş mallara katılma rejimi kabul edilmiştir. Bu, eşlerin mal rejimi sözleşmesiyle kanunda sayılan diğer mal rejimlerinden (mal ayrılığı, paylaşmalı mal ayrılığı, mal ortaklığı) birini seçmemeleri halinde, evlilikleri boyunca kendiliğinden uygulanan rejimdir. Bu rejim, malik olmayan eşin, malik olan eşe ait evlilik birliği içinde edindikleri mallar üzerinde, mal rejiminin sona ermesi halinde, kural olarak 1/2 oranda alacak hakkı sahibi olması esasına dayanır.
Mal Rejiminin Sona Ermesi (TMK m. 225)
Edinilmiş mallara katılma rejimi, TMK m. 225'te sayılan sebeplerle sona erer. Bu sebepler şunlardır:
Bu makalenin konusu olan sağ kalan eşin hakları bağlamında, mal rejiminin ölümle sona ermesi durumu incelenmektedir.
Temel Kavramlar
Edinilmiş mallara katılma rejiminin tasfiyesinde ve katılma alacağının hesaplanmasında bazı temel kavramların bilinmesi zorunludur:
Edinilmiş Mal (TMK m. 219):
TMK m. 222/3 uyarınca, bir eşin bütün malları, aksi ispat edilinceye kadar edinilmiş mal kabul edilir. Bu karine, bir malın kişisel mal olduğunu iddia eden eşe ispat yükü getirir.
Kişisel Mal (TMK m. 220):
Mal Grupları Arasında Denkleştirme (TMK m. 230):
Tasfiye sırasında, bir eşin kişisel mallarına ilişkin borçları edinilmiş mallarından veya edinilmiş mallarına ilişkin borçları kişisel mallarından ödenmişse, mal grupları arasında bir denkleştirme yapılması gerekir. Benzer şekilde, bir eşin bir mal grubundan (örneğin kişisel malından) diğer mal grubundaki (örneğin edinilmiş mal olan) bir malın edinilmesine, iyileştirilmesine veya korunmasına katkıda bulunulmuşsa, bu katkı da denkleştirmeye tabidir. Denkleştirme, yapılan katkının oranına ve malın tasfiye (karar) anındaki değerine göre yapılır. Eğer mal daha önce elden çıkarılmışsa, denkleştirme hakkaniyete göre yapılır. Yargıtay, denkleştirme hesaplamalarında, katkının yapıldığı andaki oranın korunarak, malın tasfiye (karar) tarihindeki sürüm (rayiç) değerine uygulanması gerektiğini kabul etmektedir.
Bu noktada önemli bir ayrıntı, TMK m. 219/4 uyarınca kişisel malların gelirlerinin edinilmiş mal sayılmasıdır. Eğer bir eşin kişisel malından elde edilen gelir (ki bu artık edinilmiş mal niteliğindedir), yine o kişisel malın bir borcunun ödenmesinde veya o kişisel malın iyileştirilmesinde kullanılmışsa, bu durum TMK m. 230 kapsamında bir denkleştirme gerektirebilir. Zira bu durumda, hukuken edinilmiş mal sayılan bir değer (gelir), kişisel malın yararına kullanılmış olmaktadır. Bu, kişisel malın kendi kendine değerlendiği veya kendi borcunu ödediği gibi bir yanılgıya düşülmemesi gerektiğini, gelirlerin hukuki niteliğinin değişmesiyle birlikte mal grupları arasında bir aktarımın söz konusu olabileceğini ve bunun da denkleştirme ihtiyacını doğurabileceğini gösterir. Bu durum, mal grupları arasındaki sınırların ne kadar hassas olduğunu ve tasfiye sırasında dikkatli bir tespit, değerlendirme ve hesaplama gerektirdiğini ortaya koymaktadır.
4. Miras Hakkı ve Katılma Alacağının Birlikte Değerlendirilmesi: Çifte Tasfiye
Katılma Alacağının Tereke Borcu Niteliği
Sağ kalan eşin, evlilik birliğinin yasal mal rejimi olan edinilmiş mallara katılma rejiminin tasfiyesinden kaynaklanan katılma alacağı, vefat eden eşin terekesinin bir borcudur. Bu, terekenin mirasçılar arasında paylaştırılmasından önce, terekeden öncelikle ödenmesi gereken borçlardan biri olduğu anlamına gelir. Yani, sağ kalan eş, diğer mirasçılara karşı hem bir mirasçı hem de bir alacaklı konumundadır.
Tasfiye Süreci: Önce Mal Rejimi, Sonra Miras
Eşlerden birinin ölümüyle birlikte, hem aile hukukundan kaynaklanan mal rejiminin tasfiyesi hem de miras hukukundan kaynaklanan terekenin (mirasın) tasfiyesi gündeme gelir. Hukuki olarak doğru olan sıralama, öncelikle eşler arasındaki mal rejiminin tasfiye edilmesi, bu tasfiye sonucunda sağ kalan eşin (veya duruma göre ölen eşin mirasçılarının) katılma alacağının belirlenip ödenmesi ve ancak bundan sonra geriye kalan net terekenin yasal mirasçılar arasında miras payları oranında paylaştırılmasıdır. Bu iki aşamalı sürece doktrinde ve uygulamada "çifte tasfiye" adı verilmektedir.
Yargıtay'ın Çifte Tasfiye ve Mahsup Yaklaşımı
Yargıtay, teorik olarak iki ayrı tasfiye süreci gerektiren bu durumu pratikte daha hızlı ve tek davada çözmek amacıyla bazı yaklaşımlar geliştirmiştir:
Eş Zamanlı Tasfiye: Yargıtay, mal rejimi tasfiyesi ile miras tasfiyesinin aynı anda (örneğin, aynı davada talep edilmesi veya davaların birleştirilmesi yoluyla) yapılabileceğini kabul etmektedir.
Mahsup Uygulaması: Daha da önemlisi, Yargıtay kararlarında, sağ kalan eşin miras payının, talep ettiği katılma alacağından mahkemece re'sen düşülebileceği yönünde bir eğilim görülmektedir. Yargıtay 8. Hukuk Dairesi ve 2. Hukuk Dairesi'nin yerleşik kararlarına göre, davacı olan sağ kalan eş, aynı zamanda ölen eşin mirasçısı olduğu için, terekenin borcu niteliğindeki katılma alacağından kendi miras payı oranında da sorumludur. Bu nedenle, mahkemece hesaplanan katılma alacağı miktarından, sağ kalan eşin kendi miras payına düşen sorumluluk miktarı indirilerek kalan tutara hükmedilmesi gerekmektedir. Hatta, tespit edilen katılma alacağından davacının miras payı düşüldüğünde talep edebileceği bir alacak kalmıyorsa, davanın reddedilmesi gerektiği de Yargıtay tarafından belirtilmiştir.
Bu mahsup uygulaması, yargılamayı hızlandırarak ve mükerrer işlemleri önleyerek usul ekonomisine hizmet etme potansiyeline sahiptir. Normalde iki ayrı aşamada (önce mal rejimi tasfiyesi ile tereke borcunun netleştirilmesi, sonra kalan terekenin mirasçılar arasında taksimi şeklinde) yapılacak olan işlem, bu yaklaşımla tek bir yargılama sürecinde birleştirilmektedir. Ancak, bu pratik yaklaşımın bazı potansiyel sorunları da beraberinde getirdiği söylenebilir. Katılma alacağı, terekenin diğer tüm borçları gibi bir borcudur. Terekenin diğer borçları (örneğin, üçüncü kişilere olan borçlar, vergi borçları, cenaze masrafları vb.) ve mirasçıların net payları tam olarak belirlenmeden, sağ kalan eşin katılma alacağından "miras payı" adı altında bir mahsup yapılması, özellikle karmaşık veya borca batık olma ihtimali bulunan terekelerde, sağ kalan eşin veya diğer mirasçıların haklarını etkileyebilecek hatalı hesaplamalara yol açabilir. Örneğin, terekenin sağ kalan eşin katılma alacağı dışında çok sayıda ve yüksek miktarda borcu varsa ve bu borçlar ödendikten sonra mirasçılara pay olarak dağıtılacak bir değer kalmayacaksa, sağ kalan eşin salt mirasçı sıfatı nedeniyle katılma alacağından bir indirim yapılması hakkaniyete aykırı sonuçlar doğurabilir. Bu nedenle, Yargıtay'ın bu pratik yaklaşımının her somut olayın özelliklerine göre büyük bir dikkatle uygulanması ve terekenin tüm aktif ve pasif unsurlarının kapsamlı bir şekilde değerlendirilmesi zorunludur. Nitekim bazı hukukçular, Yargıtay'ın bu birleşik tasfiye ve mahsup uygulaması yerine, öncelikle mal rejimi tasfiyesinin tamamlanıp katılma alacağının netleştirilmesi, ardından kalan tereke üzerinden miras paylaşımının yapılmasının daha hukuki ve adil olacağını savunmaktadır.
5. Aile Konutu ve Ev Eşyası Üzerindeki Özel Haklar
Türk Medeni Kanunu, sağ kalan eşin, vefat eden eşiyle birlikte yaşadığı konut ve kullandığı ev eşyası üzerinde, hem mal rejimi hukuku (TMK m. 240) hem de miras hukuku (TMK m. 652) kapsamında özel bazı haklar tanımıştır. Bu düzenlemelerin temel amacı, eşlerden birinin ölümüyle birlikte sağ kalan eşin barınma ihtiyacını güvence altına almak ve alıştığı sosyal ve fiziksel çevrede yaşamını sürdürebilmesine olanak tanımaktır.
Katılma Alacağına Mahsuben Haklar (TMK m. 240)
TMK m. 240, yasal mal rejimi olan edinilmiş mallara katılma rejiminin ölümle sona ermesi halinde sağ kalan eşe şu hakları tanır:
Sağ kalan eş, eski yaşantısını devam ettirebilmesi için, ölen eşine ait olup birlikte yaşadıkları konut üzerinde, kendisine katılma alacağına mahsup edilmek, katılma alacağı yetmediği takdirde bedel eklenmek suretiyle intifa veya oturma hakkı tanınmasını isteyebilir.
Aynı koşullar altında, yani katılma alacağına mahsup edilmek ve gerekiyorsa bedel eklenmek suretiyle, ev eşyası üzerinde kendisine mülkiyet hakkı tanınmasını isteyebilir.
Haklı sebeplerin varlığı halinde, sağ kalan eşin veya ölen eşin yasal mirasçılarının istemiyle, konut üzerindeki intifa veya oturma hakkı yerine, sağ kalan eşe mülkiyet hakkı da tanınabilir.
TMK m. 240'ın uygulanabilmesi için şu şartların bir arada bulunması gerekir:
Değer artış payı alacağı olması durumunda TMK m. 240'ın uygulanıp uygulanamayacağı doktrinde tartışmalı olmakla birlikte, Yargıtay 8. Hukuk Dairesi'nin, değer artış payı alacakları bakımından da maddenin uygulanmasının hakkaniyete ve fedakarlığın denkleştirilmesi ilkelerine uygun olacağı yönünde kararları bulunmaktadır. Buna karşın, Yargıtay 2. Hukuk Dairesi'nin bazı kararlarında, TMK m. 240 kapsamında bir talepte bulunulabilmesi için önceden usulüne göre açılmış bir katılma alacağı davasının varlığını aradığı görülmektedir. Aile konutunun ölen eşin kişisel malı olması durumunda TMK m. 240'ın uygulanabilirliği de tartışmalıdır. Doktrinde, sağ kalan eşin katılma alacağı bulunduğu sürece, konut kişisel mal olsa dahi bu haktan yararlanabileceği savunulsa da Yargıtay'ın, aile konutunun ölen eşin kişisel malı olması halinde sağ kalan eş lehine TMK m. 240 uyarınca mülkiyet hakkı tanınamayacağı yönünde kararları da mevcuttur.
Miras Hakkına Mahsuben Haklar (TMK m. 652)
TMK m. 652 ise, eşler arasında geçerli olan mal rejiminin türünden bağımsız olarak, sağ kalan eşe miras hukukundan kaynaklanan bir hak tanır:
Eşlerden birinin ölümü hâlinde tereke malları arasında ev eşyası veya eşlerin birlikte yaşadıkları konut varsa; sağ kalan eş, bunlar üzerinde kendisine miras hakkına mahsuben mülkiyet hakkı tanınmasını isteyebilir.
Haklı sebeplerin varlığı hâlinde, sağ kalan eşin veya mirasbırakanın diğer yasal mirasçılarından birinin istemi üzerine, mülkiyet yerine intifa veya oturma hakkı tanınmasına da karar verilebilir.
TMK m. 652'nin uygulanabilmesi için gerekli şartlar şunlardır:
TMK m. 240 ve m. 652'nin Karşılaştırılması ve Uygulamadaki Yeri
Bu iki madde görünüşte benzer amaçlara hizmet etse de aralarında önemli farklar bulunmaktadır:
Dayandığı Temel Hak: TMK m. 240, sağ kalan eşin mal rejiminden doğan katılma alacağına dayanırken; TMK m. 652, sağ kalan eşin miras hakkına dayanır.
Uygulanacak Mal Rejimi: TMK m. 240, kural olarak edinilmiş mallara katılma rejimine özgüdür. TMK m. 652 ise, eşler arasında hangi mal rejimi geçerli olursa olsun uygulanabilir.
Öncelikli Tanınan Hak (Konut İçin): TMK m. 240'da sağ kalan eşe öncelikle intifa veya oturma hakkı tanınması esastır; mülkiyet hakkı ise haklı sebeplerin varlığında istisnai olarak tanınır. TMK m. 652'de ise kural, sağ kalan eşe mülkiyet hakkının tanınmasıdır; intifa veya oturma hakkı haklı sebeplerle istisnai olarak verilir.
Mahsup Şekli: TMK m. 240'da hak, katılma alacağına mahsup edilir ve yetmezse bedel eklenir. TMK m. 652'de ise hak, miras payına mahsup edilir ve yetmezse bedel eklenir.
Görevli Mahkeme: Genel eğilim olarak, TMK m. 240'a dayalı taleplerde (katılma alacağı ile bağlantılı olduğu için) Aile Mahkemesi görevli kabul edilirken; TMK m. 652'ye dayalı taleplerde (miras hukukuyla ilgili olduğu için) Sulh Hukuk Mahkemesi görevli sayılmaktadır.
Her iki maddede de, mirasbırakanın bir meslek veya sanat icra ettiği ve altsoyundan birinin aynı meslek veya sanatı devam ettirmesi için gerekli olan bölümlerde sağ kalan eşin bu hakları kullanamayacağı ve tarımsal taşınmazlara ilişkin miras hukuku hükümlerinin saklı olduğu belirtilmiştir.
Sağ kalan eş, somut olayın koşullarını değerlendirerek TMK m. 240 veya TMK m. 652 hükümlerinden hangisi kendi lehine daha avantajlı sonuçlar doğuracaksa, o maddeye dayanarak talepte bulunma seçeneğine sahiptir. Bu seçim, örneğin, sağ kalan eşin katılma alacağının miktarı, miras payının büyüklüğü, aile konutunun ölen eşin kişisel malı mı yoksa edinilmiş malı mı olduğu gibi birçok faktöre bağlı olacaktır. Eğer sağ kalan eşin katılma alacağı düşük ancak miras payı yüksekse, TMK m. 652'ye dayanmak daha mantıklı olabilir. Tersi durumda, yani miras payı düşük ama evlilik birliğinde edinilen mal sayısının fazlalığı sebebiyle yüksek bir katılma alacağı varsa, TMK m. 240 daha uygun bir yol sunabilir. Ayrıca, aile konutunun ölen eşin kişisel malı olması durumunda TMK m. 240'ın uygulanabilirliği Yargıtay kararlarında tartışmalı olduğundan, böyle bir durumda TMK m. 652 daha güvenceli bir seçenek olabilir. Bu durum, her iki maddenin de sağ kalan eşin korunması amacına hizmet ettiğini, ancak farklı hukuki yollar ve koşullar sunduğunu göstermektedir. Dolayısıyla, sağ kalan eşin, bu yollar arasında bilinçli ve stratejik bir tercih yapması, hak kaybını önlemek açısından büyük önem taşır.
6. Sonuç ve Değerlendirme
Aile Konutunun Özel Durumu
Aile konutu ve ev eşyası, sağ kalan eşin barınma hakkını ve yaşamını alıştığı ortamda sürdürme ihtiyacını korumaya yönelik olarak TMK m. 240 ve m. 652'de özel düzenlemelere tabi tutulmuştur. Bu maddeler, sağ kalan eşe, koşulları oluştuğunda, aile konutu üzerinde intifa, oturma veya mülkiyet hakkı talep etme imkanı sunmaktadır. Ancak, bu iki maddenin uygulanma şartları, dayandıkları hukuki temeller (katılma alacağı veya miras hakkı) ve Yargıtay içtihatlarındaki zaman zaman görülebilen farklı yorumlar, doğru hukuki yolun seçilmesinde ve talebin başarılı olmasında büyük bir titizlik ve uzmanlık gerektirmektedir.
Sağ Kalan Eşin Haklarının Özeti
Türk hukuk sistemi, eşlerden birinin vefatı halinde sağ kalan eşi önemli ölçüde koruyan düzenlemeler içermektedir. Sağ kalan eş, bir yandan vefat eden eşinin yasal mirasçısı sıfatıyla tereke üzerinden miras payı alma hakkına sahip olurken; diğer yandan, özellikle 01 Ocak 2002 sonrası evliliklerde yasal mal rejimi olan edinilmiş mallara katılma rejiminden kaynaklanan ve evlilik birliği içindeki ekonomik değerlerin üzerinden hesaplanan katılma alacağı hakkına da sahiptir. Bu iki temel hak, birbirini tamamlayıcı nitelikte olup, sağ kalan eşin, ölüm sonrası mali güvencesini artırmayı ve yaşam standartlarını olabildiğince korumayı hedeflemektedir.
Çifte Tasfiyenin Önemi ve Uygulamadaki Zorluklar
Sağ kalan eşin hem mirasçı hem de mal rejiminden alacaklı olması, "çifte tasfiye" olarak adlandırılan bir süreci zorunlu kılar. Teorik olarak bu süreç, öncelikle mal rejiminin tasfiye edilerek katılma alacağının belirlenmesi, ardından kalan net terekenin mirasçılar arasında paylaştırılması şeklinde işlenmesi gerektiği belirtilmekteyken;
Yargıtay'ın, usul ekonomisi amacıyla bu iki tasfiyeyi birleştiren ve sağ kalan eşin miras payını katılma alacağından mahsup eden pratik uygulamaları, teorik netliğe rağmen bazen hesaplama karmaşıklıklarına ve potansiyel hakkaniyet sorunlarına yol açabilmektedir. Bu durum, her somut olayın kendine özgü koşullarının dikkate alınarak dikkatli bir hukuki analiz ve titiz bir hesaplama yapılmasını gerektirmektedir.
Aile Hukuku Bibliyografyası isimli kitabı edinmek için tıklayın!