Menu

Arama Yapın

Aile ve Miras Mevzuatından Kaynaklı Nitelikli Hesaplamalar Eğitimi | Hemen Kaydolmak İçin Tıkla

Menu

01 Kasım 2024

TRAFİK SİGORTASI GENEL ŞARTLARI YASALARA, SORUMLULUK HUKUKU İLKELERİNE VE YARGITAY'IN YERLEŞİK KARARLARINA AYKIRIDIR

Bu makale 2527 kez okundu.

Özet: 01 Haziran 2015 tarihinde yürürlüğe konulan ve 6704 sayılı yasayla 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun bazı maddeleri değiştirilerek yasal dayanak sağlanmaya çalışılan Zorunlu Mali Sorumluluk Sigortası Genel Şartları ve eklerinde yer alan tazminat hesaplama ve ödeme koşulları, Anayasaya, yasalara, sorumluluk hukukunun evrensel temel ilkelerine, uluslararası insan hakları sözleşmelerine, öğretideki görüşlere, Yargıtay'ın yerleşik ve ilkeleşmiş kararlarına aykırıdır.

Bir ülkede tüm haksız fiillere uygulanacak sorumluluk kurallarının ve tazminat hesaplama yöntemlerinin bir ve aynı olması gerekir. Sigorta Genel Şartları tüm haksız fiillere uygulanamayacağına göre, gerek KTK’nun değiştirilen maddeleriyle ve gerek Genel Şartlara konulan tazminat ödeme koşullarıyla, sigorta şirketlerine Anayasa’nın eşitlik ilkesine aykırı olarak “ayrıcalık” tanınmıştır. Hukuk sistemimizi bozmaya yönelik bu düzenlemelerin önüne geçilmeli; tümüyle ortadan kaldırılmalıdır.

I- TRAFİK SİGORTASI GENEL ŞARTLARI

1- Genel Şartların yürürlüğe konuluşu

14 Mayıs 2015 gün 29355 sayılı Resmi Gazete'de yayınlanarak 01 Haziran 2015 tarihinde yürürlüğe konulan Karayolları Motorlu Araçlar Zorunlu Mali Sorumluluk Sigortası Genel Şartları ve eklerinde yer alan, destekten yoksun kalma ve bedensel zararlar nedeniyle tazminat hesaplama yöntemlerinin (sınırsız bir yetkiyle) Hazine Müsteşarlığı tarafından belirleneceğine, belli formüller ve kriterler uygulanacağına ilişkin düzenlemeler Anayasaya, yasalara, sorumluluk hukukunun evrensel temel ilkelerine, Yargıtay'ın yerleşik ve ilkeleşmiş kararlarına aykırı olduğu için, başlangıçta yargıda kabul görmemiş; bunun üzerine Genel Şartlara yasal dayanak arayışına girilmiştir.

 

 

2- Genel Şartlara yasal dayanak arayışı        

a) İlk girişim, “Bankacılık Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun” başlıklı Torba Yasa Tasarısı’nın 31.maddesiyle 5684 Sayılı Sigortacılık Kanunu'nun 13.maddesine “Zorunlu sigortalar kapsamındaki tazminatlar ilgili genel şartlarla tespit edilen teminat içeriği ve hesaplama esaslarına göre belirlenir” biçiminde bir fıkra ekletme istemi olmuş; ancak bu girişim TBMM Adalet Komisyonu’ndan geçirilememiştir.

b) İkinci girişimde başarı sağlanmış; 6704 sayılı Torba Yasa’nın 3-6 maddeleriyle 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 90-92-97-99 maddelerinde değişiklik yapılmış ve bu yasa TBMM Adalet Komisyonu’ndan geçirilemeyeceği için Bütçe Komisyonundan geçirilip amaca ulaşılmıştır.

3- Trafik Yasası’ndaki değişiklikler, Genel Şartların uygulanmasını zorunlu hale getirmiş değildir.

6704 sayılı Torba Yasa ile 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 90-92-97-99 maddeleri değiştirilerek, özellikle 90.maddede “Zorunlu mali sorumluluk sigortası kapsamındaki tazminatlar, bu Kanun ve bu Kanun çerçevesinde hazırlanan genel şartlarda öngörülen usul ve esaslara tabidir” denilerek Sigorta Genel Şartlarına yasal dayanak sağlanmak istenmiş ise de, 

Tüm haksız fiillere uygulanamayacak olan ve sigorta şirketlerine ayrıcalık tanıyan bu madde, özellikle ölüm ve bedensel zararlarda özel hüküm olan 6098 sayılı TBK’nun 55.maddesine, 61-62 maddelerindeki ortaklaşa sorumluluk hükümlerine,  Anayasa’nın eşitlik ilkesine ve 19/Son maddesine, Türk Ticaret Kanunu’nun sigortalara ilişkin hükümlerine ve KTK’nun 95.maddesine aykırıdır. Bunun ayrıntılarını aşağıda vereceğiz.

4- Yasa değişikliği ile Hazine Müsteşarlığı’na verilen sınırsız yetki, son derece sakıncalı ve hukuka aykırıdır.         

2918 sayılı KTK’nun 6704 sayılı Yasa ile değiştirilen 90.maddesinde “Zorunlu mali sorumluluk sigortası kapsamındaki tazminatlar, genel şartlarda öngörülen usul ve esaslara tabidir” denilmiş olması, Sigorta Genel Şartlarına ve eklerine konulan tazminat ödeme koşullarına yasallık ve işlerlik kazandırmaz. Bu konuda, yani Sigorta Genel Şartlarını dilediği gibi düzenleyip yürürlüğe koyma konusunda Hazine Müsteşarlığı’na sınırsız yetki verilmiş olması, yukarda belirtilen başta Anayasa olmak üzere temel yasalara ve Sorumluluk hukukunun uluslararası insan hakları sözleşmeleriyle perçinlenmiş evrensel ilkelerine aykırıdır.  Hazine Müsteşarlığı’nın,  Sigorta Genel Şartlarına ve eklerine koyduğu tazminat ödeme koşullarını her zaman ve keyfi biçimde değiştirebilecek olması, son derece sakıncalı, tehlikeli bir durumdur. Tümüyle hukuk dışıdır.

5- Sigorta Genel Şartları “genel işlem şartı” olup, yasalara aykırı hükümleri geçersizdir.

Genel Şartların hukuksal niteliği “genel işlem şartı” olup, 6098 sayılı TBK’nun 20.maddesi 4.fıkrasına göre, “Kanun veya yetkili makamlar tarafından verilen izinle yürütülüyor olsa dahi, genel işlem şartı niteliğindeki sigorta genel şartlarının yasalara aykırı hükümleri geçersizdir.” 

Bazıları sigorta genel şartlarının “genel işlem şartı” olmadığını ileri sürmekte iseler de, bu doğru değildir. Bu konuda yazılmış tüm kitaplarda öğretideki ortak görüş, genel şartların genel işlem şartı olduğu yönündedir.

Bir an için sigorta genel şartlarının genel işlem şartı olmadığı, TBK.20.maddesinin uygulanamayacağı ileri sürülse bile, sigorta genel şartlarına konulan tazminat ödeme koşulları yasalara aykırı ise geçersizdir. Nasıl ki, tüzükler, yönetmelikler, genelgeler, tebliğler yasalara aykırı olamazsa, aynı biçimde sigorta genel şartları da yasalara aykırı olamaz. 

6- KTK’nun değişen 90.maddesi, trafik kazalarından zarar gören üçüncü kişiler için uyulması zorunlu değildir.

a) Bir an için (Anayasayı, TBK 55 ve 20. maddelerini, TTK.1451.maddesini yok sayıp) KTK’nun 6704 sayılı Torba Yasa ile değişen 90.maddesini uyulması zorunlu bir hüküm kabul etsek bile, bunun karşısına gene uyulması zorunlu KTK’nun 95.maddesini koymamız gerekmektedir. Çünkü KTK 95.maddesi 1.fıkrasına göre “Sigorta sözleşmesinden veya sigorta sözleşmesine ilişkin kanun hükümlerinden doğan ve tazminat yükümlülüğünün kaldırılması veya miktarının azaltılması sonucunu doğuran haller zarar görene karşı ileri sürülemez."

b) Sigorta şirketlerinin çıkarlarını korumayı amaç edinmiş bazı kişiler, KTK 95.maddesi 1.fıkrasını farklı yorumlama çabası içinde “Trafik Sigortası kapsamının tüm taraflarca bilindiği; tazminatın kaldırılması veya azaltılmasının geçersiz sayılması için tarafların özgür iradesi ile poliçe düzenlenmiş olması gerektiği” biçiminde açıklamalar yapmakta iseler de, bu açıklamalar tam bir zorlama ve mantık dışıdır.

Özellikle “Trafik Sigortası kapsamının tüm taraflarca bilindiği” gerekçesi bir hukuk ayıbıdır. Çünkü, kanunu bilmemek özür değildir ama, trafik kazalarından zarar gören kişiler, sigorta sözleşmesinin tarafı olmadıkları için, sigorta genel şartlarına konulan tazminat ödeme koşullarını bilmek zorunda değillerdir. 

c) KTK. 95.maddesi 1.fıkrasına göre, sigortacı,“tazminat yükümlülüğünün kaldırılması veya miktarının azaltılması sonucunu doğuran halleri zarar görene karşı ileri süremez.ise de, 95.maddenin 2.fıkrasına göre “Ödemede bulunan sigortacı, sigorta sözleşmesine ve bu sözleşmeye ilişkin kanun hükümlerine göre, tazminatın kaldırılmasını veya azaltılmasını sağlayabileceği oranda sigorta ettirene başvurabilir.”  Bunun anlamı şudur:

1. Sigortacı, trafik kazasından zarar gören ve sigorta sözleşmesinin tarafı olmayan üçüncü kişilere, Genel Şartlardaki ödeme koşullarına göre değil, tüm haksız fiillere uygulanan ve yargıda geçerli olan yöntemlere göre hesaplanan tazminatı ödeyecektir.

Çünkü, ölümlerde (TBK m.53) ve bedensel zararlarda (TBK.m.54) uygulanacak özel yasa 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu olup, tazminat hesabı TBK 55.maddesinde belirtildiği gibi "Destekten yoksun kalma zararları ile bedensel zararlar, bu Kanun hükümlerine ve sorumluluk hukuku ilkelerine göre” hesaplanacaktır. Anayasa’nın 19/Son maddesinde de  “Kişilerin uğradıkları zararlar tazminat hukukunun genel ilkelerine göre” ödenecektir.

2. Trafik kazalarından zarar görenler, sigorta sözleşmesinin tarafı olmadıkları için, sigorta genel şartlarındaki yasalara, sorumluluk hukukunun evrensel kurallarına ve Yargıtay’ın ilkeleşmiş kararlarına aykırı tazminat ödeme koşulları, üçüncü kişilere karşı ileri sürülemeyecek, onlar yönünden geçerli olmayacaktır.

3. TBK.55.maddesi ile Anayasa m.19/Son maddesi uyarınca,  sorumluluk ve tazminat hukuku ilkelerine ve yargıda geçerli yöntemlere göre hesaplanan tazminat tutarlarını “trafik kazalarından zarar gören üçüncü kişilere” ödeyen sigortacı, KTK 95.maddesinin 2.fıkrası uyarınca sigorta genel şartlarına dayanarak fazla ödemesi varsa bunu rücuen sigorta ettirenden isteyebilecektir. Başka bir anlatımla, yargıda geçerli yöntemlere göre hesaplanan tazminat tutarı ile genel şartlara göre hesaplanan tazminat tutarı arasında fark varsa ve sigortacı bu farka göre üçüncü kişilere fazla ödeme yapmışsa, bu fazlalığı sigortalısından isteyebilecektir.

4. Yukardaki belirlemelerden çıkan sonuç: 2918 sayılı KTK’nun 6704 sayılı Yasa’nın 3.maddesiyle değişen 90.maddesindeki “Zorunlu mali sorumluluk sigortası kapsamındaki tazminatlar, genel şartlarda öngörülen usul ve esaslara tabidir” hükmü, sigortacı ile sigorta ettiren arasında geçerli olup, sigorta genel şartlarının yasalara, sorumluluk hukuku ilkelerine ve Yargıtay’ın yerleşik içtihatlarına aykırı hükümleri, trafik kazalarından zarar gören üçüncü kişiler yönünden geçerli değildir. (KTKT m.95/1)

II- GENEL ŞARTLAR YASALARA, SORUMLULUK HUKUKU İLKELERİNE VE YARGITAY’IN YERLEŞİK KARARLARINA AYKIRIDIR     

1- Yasalara aykırılık

01 Haziran 2015 tarihinde yürürlüğe konulan Karayolları Motorlu Araçlar Zorunlu Mali Sorumluluk Sigortası Genel Şartları ve eklerinde yer alan tazminat ödeme koşulları:

a) Anayasa'nın 10.maddesi 4.fıkrasındaki “hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz” hükmüne, 5.fıkrasındaki “kanun önünde eşitlik” ilkesine ve “kişilerin uğradıkları zararların tazminat hukukunun genel ilkelerine göre ödeneceğine” ilişkin 19/Son maddesine, hakimlerin görevlerinde bağımsız olduklarına, hiçbir organ ve makamın yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir ve talimat veremeyeceğine, genelge gönderemeyeceğine, telkinde bulunamayacağına ilişkin 138. maddesine;

b) Ölüm ve bedensel zararlar nedeniyle tazminat davalarında özel yasa olan 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 53 ve 54.maddeleri ile “destekten yoksun kalma zararları ile bedensel zararların, bu Kanun hükümlerine ve sorumluluk hukuku ilkelerine göre hesaplanacağına" ilişkin emredici nitelikteki 55.maddesine ve 61-62 maddelerindeki “ortaklaşa sorumluluk” hükümlerine;

c) 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun "Bu kanunda hüküm bulunmayan hallerde, sigorta sözleşmeleri hakkında Türk Borçlar Kanunu hükümlerinin uygulanacağına" ilişkin 1451.maddesine;

d) 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun "Sigorta sözleşmesinden veya sigorta sözleşmesine ilişkin kanun hükümlerinden doğan ve tazminat yükümlülüğünün kaldırılması veya miktarının azaltılması sonucunu doğuran hallerin zarar görene karşı ileri sürülemeyeceğine" ilişkin 95.maddesine aykırıdır.

2- Genel Şartlar tüm haksız fiillere uygulanamaz    

a) Bir ülkede haksız fiil türlerine birbirinden farklı hesaplama yöntemleri uygulanması ve birilerine (sigorta şirketlerine) ayrıcalık tanınması, Anayasa’nın 10.maddesi 5.fıkrasındaki “kanun önünde eşitlik” ilkesine aykırıdır.

b) Başta trafik kazaları olmak üzere, birçok olayda “ortaklaşa sorumluluklar” söz konusu olabilmektedir. Ortaklaşa sorumlular için tazminat hesaplarının bir ve aynı olması gerekmektedir. Örneğin, trafik kazasında zarar görenlerin işletene, sürücüye ve sigortacıya karşı ortaklaşa sorumluluk hükümlerine göre açtıkları davada, sigorta şirketi için genel şartlara göre, işleten ve sürücü için TBK 55.maddesine göre hesaplama yapılırsa, ortaklaşa sorumlular arasında fark yaratılmış ve sigorta şirketine ayrıcalık tanınmış olur.

2918 sayılı KTK’nun, 6704 sayılı Torba Yasa ile değişen 90.maddesinde “Zorunlu mali sorumluluk sigortası kapsamındaki tazminatlar, bu Kanun ve bu Kanun çerçevesinde hazırlanan genel şartlarda öngörülen usul ve esaslara tabidir” denilerek sigorta şirketlerine ayrıcalık tanınmış olup, bu hükmün uygulanması “zorunlu sigortalarla” sınırlı tutulduğuna; işleten ile sürücüye uygulanamayacağına göre, işleten-sürücü-sigortacı’dan oluşan ortaklaşa sorumlular arasında, TBK’nun 61.maddesine aykırı olarak fark yaratılmış olmayacak mıdır ?

c) Trafik-İş kazalarında görevli mahkemenin iş mahkemesi olacağı Yargıtay’ın yerleşik kararları gereğidir. Kaza sorumluları arasında işveren ve ona ait aracın sürücüsü ile birlikte üçüncü kişi konumundaki karşı araç işleteni ve sürücüsü sorumlu olsalar ve kazaya karışan her iki aracın sigorta şirketi de dava edilmiş bulunsa dahi, eğer trafik kazası aynı zamanda “iş kazası” ise görevli mahkeme iş mahkemesi olacaktır.

Böyle bir durumda iş mahkemesi hakimi, sigorta şirketleri için ayrı, işveren-işleten-sürücüler için ayrı tazminat hesapları mı yaptıracaktır ?

d) Trafik-İş kazalarına başka yönlerden de bakarsak, sorumlular arasında bir de Sosyal Güvenlik Kurumu vardır. Bedensel zarara uğrayan işçinin veya ölmüşse yakınlarının trafik-iş kazası nedeniyle dava açabilmeleri için, dava şartının oluşması gerekmektedir. Dava şartı, Sosyal Güvenlik Kurumu’nun olayı incelemesi ve zarar görenlere gelir bağlama konusunda bir karara varmasıdır. Eğer gelir bağlanmışsa bunun hesabı farklıdır. Bu nedenle de trafik-iş kazalarında sigorta şirketleri için farklı bir hesaplama söz konusu olamaz.

e) Trafik-İş kazasında beden gücü kaybına uğrayan işçinin sürekli işgöremezlik oranı, Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından Çalışma Gücü ve Meslekte Kazanma Gücü Kaybı Yönetmeliğine göre belirlenir. Bu nedenle Sigorta Genel Şartları “sürekli sakatlık tazminatı hesaplanması” başlıklı 3 no.lu ekinde yer alan “maluliyet aralığı” tablosu trafik-iş kazalarına uygulanamaz.    

Ayrıca, 20.02.2019 gün 30692 sayılı RG’de yayınlanan Erişkinler İçin Engellilik Değerlendirmesi Hakkında Yönetmeliğin “kapsam” başlıklı 2.maddesi 1.fıkrasında, trafik kazalarından zarar görenlerin bu yönetmeliğe göre rapor alabilecekleri kabul edilmiş ise de, maddenin 3.fıkrasında “5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununa tabi sigortalılara bağlanacak sürekli iş göremezlik geliri, malullük aylıkları ile ölüm sigortasından bağlanacak aylıklar için sağlık kurulu raporları bu Yönetmelik kapsamında değerlendirilemez” denilmiştir.

Görüldüğü üzere, trafik-iş kazalarında, işveren-işleten-sürücü gibi ortak sorumlularla birlikte araçların trafik sigortasını yapan sigorta şirketlerine karşı açılan tazminat davalarında Sigorta Genel Şartları’nın uygulanması mümkün değildir.

3- Tüm haksız fiillerde özel yasa Türk Borçlar Kanunu’dur.

6704 sayılı Torba Yasa ile değişiklik yapılmadan önce KTK’nun 90.maddesinde “Maddi tazminatın biçimi ve kapsamı ile manevi tazminat konularında Borçlar Kanununun haksız fiillere ilişkin hükümleri uygulanır” deniyordu.

6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 1451.maddesinde de “Bu kanunda hüküm bulunmayan hallerde, sigorta sözleşmeleri hakkında Türk Borçlar Kanunu hükümleri uygulanır” denilmesine ve ondan önceki 6762 sayılı TTK’nun 1264.maddesinde de aynı hüküm bulunmasına göre,

Tüm haksız fiillerden kaynaklanan tazminat davalarında, (özellikle ölüm ve bedensel zararlar nedeniyle tazminat davalarında) özel yasa Türk Borçlar Kanunu olup, tazminat hesaplarının 6098 sayılı TBK’nun 55.maddesine göre yapılması gerekmektedir. Bu madde Anayasa’nın 19/Son maddesi ile de uyumlu olup, bu iki yasa hükmüne göre tazminat hesaplarının “Sorumluluk Hukukunun evrensel ve temel ilkelerine göre” yapılması; hesaplamalarda Yargıtay’ın ilkeleşmiş kararlarına uyulması gerekmektedir

4- Sorumluluk Hukukunun temel ve evrensel ilkelerine uyma zorunluluğu

6098 sayılı TBK’nun 55.maddesinde “Destekten yoksun kalma zararları ile bedensel zararlar, bu Kanun hükümlerine ve sorumluluk hukuku ilkelerine göre hesaplanır” denilmiştir.

Anayasa’nın 19/Son maddesinde “Kişilerin uğradıkları zararların tazminat hukukunun genel ilkelerine göre ödenir” denilmiştir.

Bu iki yasa maddesinde geçen “sorumluluk hukuku ilkelerive/veya “tazminat hukukunun genel ilkelerinelerdir ? Yasalarda geçen kavramlar, öğretideki görüşlerle ve yüksek yargı kararlarıyla açıklığa kavuşturulmaya çalışılır. Bu bir bilgi birikimi ve yorum işidir. Yasaların açık, kolay anlaşılır ve emredici hükümleri dahi yorumlamayı gerektirir. İşte bu yorumlarda yolgösterici olan, tartışılamaz biçimde kabul edilmiş olan hukukun evrensel ve temel ilkeleridir.  

Hukuk, yalnız yasalarla, tüzük, yönetmelik gibi yasal düzenlemelerle sınırlı değildir. Hukukun evrensel ilkeleri, öğretide oluşan ve genel kabul gören kuramlar ve kurallar, yargısal inançlar, hepsi bir bütün oluşturur; adalete yaklaşım bunların tümüyle sağlanır. Adalet bir anlamda toplumun vicdanıdır.

Sorumluluk Hukukunun temel ve evrensel ilkelerine göre, haksız ve hukuka aykırı eylemlerde zarar, olay tarihinde doğar,  gerçek belli iken varsayımlara dayanılamaz, kişiler ve kurumlar yasalar karşısında eşittirler, kişilere ve kurumlara ayrıcalık tanınamaz, yaşama hakkı ve sağlık hakkı hukukça korunması gereken en yüce haklardır, bu hakları kısıtlayıcı ve zarar sorumlularını ödüllendirici düzenlemeler İnsan Hakları Evrensel Sözleşmelerine ve Anayasalara aykırıdır. Tazminatı artırıcı veya azaltıcı yönde yapılan girişimler, bu hakkın insancıl amacı ile bağdaşmaz. Zarar vereni ödüllendirme sonucunu doğuracak yöntemler, Sorumluluk Hukuku ilkelerine aykırıdır. 

III- GENEL ŞARTLARDA, YARGITAY’IN İLKELEŞMİŞ KARARLARINA AYKIRI DÜZENLEMELER VE TAZMİNAT ÖDEME KOŞULLARI          

01 Haziran 2015 tarihli Genel Şartları yürürlüğe koyanlar,  hukukun ve yasaların yanı sıra, Yargıtay'ın yerleşik kararlarını da yok saymışlardır.

Genel Şartlar ve eklerinde, Yargıtay'ın elli altmış yıl boyunca oluşturduğu, evrensel sorumluluk kurallarıyla ve öğretideki görüşlerle uyumlu, yasaların yorumunda yolgösterici,  ilkeleşmiş kararlarına aykırı düzenlemeler yapılmıştır.

Eğer yargı bunlara uyacaksa, yüksek mahkemeler Genel Şartlarda dayatılan kurallara göre karar ve içtihat oluşturmaya başlayacaksa, yapmamız gereken bugüne kadar yazılmış tüm kitapları, Yargıtay’ın bugüne kadar oluşturduğu tüm kararları çöpe atmamız ve yoksaymamız gerekecektir. Önce bu uyarıyı yapalım.

Aşağıda, Genel Şartlar’daki ve eklerindeki düzenlemelerden bazılarını ele alıp, Yargıtay’ın ilke kararlarıyla karşılaştırarak,  bunlara uyulmasının hukuk sistemimize vereceği zararları anlatmaya çalışacağız.

1- Genel Şartlar ekindeki, vergilendirilmiş gelire göre tazminat hesaplanacağı koşulu, Yargıtay’ın “gerçek kazanç”ların araştırılacağı ilkesine aykırıdır.                   

Genel Şartlar’ın 2 ve 3 no.lu eklerindeki “Ölen veya bedensel zarara uğrayan kişilerin vergilendirilmiş gelirine göre tazminat hesaplanacağına, belge sunulmamışsa asgari ücretin uygulanacağına" ilişkin koşul, "gerçek belli iken varsayımlara dayanılamaz" evrensel hukuk ilkesine ve Yargıtay'ın "gerçek kazançlar"ın araştırılacağına ilişkin yerleşik ve ilkeleşmiş kararlarına aykırıdır. Yargıtay kararlarına göre:

a) Vergi kayıtları tazminat hesabının ölçüsü olamaz.

Vergi kamu düzeniyle ilgili olup, davacının gelirini düşük göstermesi veya gerçeğe aykırı beyanname vermesi vergi mevzuatını ilgilendirir, kazanç kaybının hesabında dikkate alınmaz. (11.HD. 27.06.1986, 3111-3213) - Davacıların vergi yükümlüsü olarak tuttukları defterler ve vergi beyannamelerinde gösterdikleri kazançların zarar hesabında esas alınması ve davacıların oradaki beyanlarıyla bağlı sayılarak zararın hesabı, tazminat hukuku ilkeleriyle bağdaştırılamaz. (HGK. 21.03.1990, E.1990/ 4-67 K.1990/197) - Davacıların vergi yükümlüsü olarak tuttukları defter ve verdikleri vergi beyannamelerinde gösterdikleri kazançların zarar hesabında esas alınması ve davacıların oradaki beyanlarıyla bağlı sayılarak zararın hesabı, tazminat hukuku ilkeleriyle bağdaştırılamaz. (4.HD. 29.05.1989, 662-4892) - Kazanç kaybının tespitinde, davacının vergi beyannamesinin esas alınması isabetsizdir. Mahkemece, gerçek zararın neden ibaret olduğunun tesbitinde zorunluluk vardır. Vergi beyannamesindeki miktar üzerinden karar verilmesi doğru değildir. (11.HD. 09.02.1984, 306-653) - Mahkemece zararın hesaplanmasında gözönünde tutulacak kazanç, vergi kayıtlarıyla bağlı kalmaksızın, tanık ifadeleri de gözönünde tutularak tayın ve tespit edilmelidir. (19.HD. 09.03.1995, 94/7459-95/2055)

 

b) İşçi, ücret bordrolarını koşulsuz imzalamış olsa dahi, yaptığı işe, uzmanlığına, ustalığına ve kıdemine göre "gerçek kazançların" araştırılması gerekir.

Yargıtay’ın buna ilişkin kararları, ülkemizdeki iş ve yaşam koşullarını, ekonomik sıkıntıları, vergi adaletsizliklerini dikkate alan, öte yandan insan yaşamının kutsallığını öne çıkaran gerçekçi kararlardır. Herkesçe bilindiği gibi, çoğu işyerleri, ustalık ve uzmanlık isteyen nitelikli işçilerin, hatta üniversite mezunlarının, örneğin mühendislerin ücret bordrolarını asgari ücretten ödemekte, sigorta primlerini buna göre yatırmaktadırlar. Böyle bir ülkede, ölen veya beden gücü kaybına uğrayan kişilerin tazminatının asgari ücretten hesaplanması, haksız ve adaletsiz sonuçlar doğurur. 

İşte bu nedenlerle, Yargıtay’ın çok uzun yıllar öncesinden beri düzenli ve tutarlı bir biçimde sürdürdüğü kararlarında, tazminat hesaplarının “gerçek kazançlar” üzerinden yapılması gerektiği yerleşik bir ilke haline gelmiştir. Aşağıda geçmişten ve en son kararlardan örnekler verilmiştir.

Çalışma hayatında daha az vergi ya da sigorta primi ödenmesi amacıyla zaman zaman, iş sözleşmesi veya ücret bordrolarında gösterilen ücretlerin gerçeği yansıtmadığı görülmektedir. Bu durumda gerçek ücretin tespiti önem kazanır. İşçinin kıdemi, meslek unvanı, fiilen yaptığı iş, işyerinin özellikleri ve emsal işçilere ödenen ücretler gibi hususlar dikkate alındığında imzalı bordrolarda yer alan ücretin gerçeği yansıtmadığı şüphesi ortaya çıktığında, bu konuda tanık beyanları gözetilmeli ve işçinin meslekte geçirdiği süre, işyerinde çalıştığı tarihler, meslek unvanı ve fiilen yaptığı iş bildirilerek, ilgili meslek kuruluşlarından ve TÜİK’in internet sitesinde bulunan “kazanç bilgisi sorgulama” ekranından emsal ücretin ne olabileceği araştırılmalı ve tüm deliller birlikte değerlendirilerek bir sonuca gidilmelidir. (22.HD. 03.12.2018, E. 2017/18493 K. 2018/25862)

Ücret bordrolarının önkoşulsuz imzalanmış olması, bordrolardaki ücretin gerçek ödenen ücret olduğunu kabul etmek için yeterli değildir. İşçinin yaptığı işin niteliğini, hizmet süresini, iş deneyimini ve işyerinin özelliklerini gözönünde tutan bir incelemeyle gerçek ücretinin saptanması gerekir. (9.HD. 14.03.1988, 873-2968) - İşçi ücretlerinin bordrolarda gösterilen ücretler olmadığı ve daha yüksek miktarlar olarak ödendiği saptanmışsa, işçilik alacaklarının gerçek ücret üzerinden hesaplanıp ödettirilmesine karar verilmesi gerekir. (HGK. 25.12.1987, E.1987/ 9-523 K.1987/ 1106) - İmzalı bordrolar gerçeği yansıtmıyorsa, ilgili meslek kuruluşundan gerçek ücret araştırılmalıdır. (9.HD. 27.10.2004, 8503-24277) - Asgari ücret üzerinden düzenlenen bordrolarda davacının imzasının bulunmasının, nitelikli işçiler açısından bağlayıcılığı söz konusu olamaz. (9.HD. 03.10.2000, 8614-13106) - İşçinin gerçek ücretinin bordrolara yansımadığı anlaşıldığı takdirde, gerçek ücretinin tespiti yoluna gidilerek, işçinin hakları buna göre hesap edilmelidir. (9.HD. 17.09.1987, 7164-8103) - Vasıflı işçinin yaşı, yaptığı işin niteliği ve kıdemi nazara alındığında, asgari ücretle çalışması hayatın olağan akışına ve yaşam deneyimlerine uygun olmayacağından, bordrodaki ücretin gerçek ücreti yansıttığı söylenemez. Emsalinin aldığı ücretin ilgili meslek kuruluşlarından saptanarak buna göre tazminatın hesaplanması gerekir. (21.HD. 29.09.1998, 5889-6025) - Yaş, kıdem ve yapılan işe göre gerçek ücret saptanmalıdır. (21.HD. 19.11,1996, 5673-6384) 

İlgili meslek odasından ve TÜİK'den davacının alabileceği ücretler sorularak gerçek ücret belirlenmelidir. (21.HD. 16.05.2019, E.2018/2459 K. 2019/3825) - Davacılar murisinin yaptığı iş, yaşı, kıdemi belirtilmek suretiyle ilgili meslek odalarından olay tarihinde alabileceği emsal net ücretler sorulmalı; gerçek ücret bu şekilde tespit edildikten sonra, tazminat hesaplanmalıdır. (21.HD. 08.04.2019, E. 2018/4005 K. 2019/2707) - İzolasyon ustasının asgari ücretle çalışması hayatın olağan akışına aykırıdır. Yapılacak iş, sigortalının yaptığı iş, yaşı, kıdemi belirtilmek suretiyle ilgili meslek odasından ve TÜİK’den bilinen devrede alabileceği ücretleri sormak, gerçek ücreti tereddütsüz olarak belirlemek, hesap bilirkişisinden rapor almaktır. (21.HD. 08.04.2019, E. 2018/4218 K. 2019/2711) - Davacının yaşı ve kıdemi dikkate alındığında bordrolar ve sigortalı kayıtlarında belirtilen asgari ücret ile çalışmasının hayatın olagan akışına aykırı olacağı gözetilerek, yaptığı iş, yaşı, kıdemi belirtilmek suretiyle ilgili meslek odalarından emsal net ücretleri sormak,  gerek ücretin tespit edilerek davacının maddi zararını yeniden hesaplatmaktır. (21.HD. 05.05.2015, E. 2014/23880 K. 2015/9932) - Pres operatörü olan davacının asgari ücretle çalışmayacağı kabul edilerek, ilgili meslek kuruluşundan sigortalının alabileceği ücretler sorulmalı, gerçek ücret üzerinden işçinin tazminatı hesaplatılmalıdır. (21.HD. 08.07.2014, E. 2013/21080 K. 2014/16200) - Sigortalının olay tarihinde kepçe operatörü olarak çalıştığı dikkate alınarak yaptığı iş, yaşı, kıdemi belirtilmek suretiyle ilgili meslek odasından alabileceği emsal net ücretler sorularak, hakkaniyete ve hayatın olağan akışına uygun olacak şekilde ücreti tespit edilmelidir. (21.HD. 22.03.2016, E. 2015/8804 K. 2016/4969)

2- Genel Şartlardaki tazminat hesaplama yöntemleri

Genel Şartlar 2 ve 3 no.lu eklerinde, tazminat hesabı yapılırken, yaşam sürelerinin TRH-2010 tablosuna göre belirleneceği, “Devrebaşı ödemeli belirli süreli rant formülü” ve %1.8 teknik faiz (iskonto oranı) uygulanacağı açıklanmış olup, bunlar Yargıtay kararlarına aykırıdır. Şöyle ki:

a) TÜİK’in görüşü alınmadan, verilerinden yararlanılmadan aktüerlere hazırlatılan ve Avrupa ülkelerinin tabloları incelenmeksizin CSO-1980 Amerikan tablosu örneksenerek oluşturulan TRH-2010 tablosuna ilişkin 90 sayfalık rapordaki açıklamaları inandırıcı bulmadığımızı; bu raporun ülkemiz gerçeklerine uygun olmadığını, Amerikan tablosunun küçük değişikliklerle bir kopyası niteliğinde olduğunu “Yaşam Tabloları” konulu yazımızda açıklamıştık. Bizce, tazminat hesaplarında bu tablo asla kullanılmamalıdır. 

Gördüğümüz kadarıyla Yargıtay kararlarında (10.Hukuk Dairesi dışında) TRH-2010 tablosu kabul görmemiş; PMF-1931 tablosunun kullanılmaya devam edilmesi uygun görülmüştür. Bu tablonun eskiliğinden ve ülkemizdeki yaşam sürelerini yansıtmadığından sürekli sözedilmesine karşın, kimse bu konuda bir çalışma yapılması yönünde girişimde bulunmamış; TÜİK bugüne kadar bu konuya el atmamıştır.

Bizce yapılması gereken, şimdilik bir Avrupa ülkesinin (örneğin Fransa, İtalya, İsviçre)  yaşam tablosunu kullanmak; daha sonra TÜİK’ten son on yılın koşullarını gözeterek ülkemiz koşullarına uygun tablolar düzenlemesini istemektir.

b) Sigortacılar, hesaplamada “Devrebaşı ödemeli belirli süreli rant formülü”nün uygulanmasını istemekte iseler de sorun formül sorunu değildir. Devrebaşı veya devre sonu ya da yargıda uygulandığı gibi eşit artırım-indirim biçimi olmuş, bunların hiçbiri önemli değildir. Önemli olan kurumlar arası birlik ve uyum sağlanmasıdır. Sosyal Güvenlik Kurumu, sigortalar ve yargıdaki uygulamalar aynı olmalı; ortak bir formülde birleşilmelidir.

Bize göre, en uygun formül, yargıda çok uzun yıllar kullanılmış, Sosyal Sigortalar Kurumu gelir bağlama ve peşin değer hesaplarıyla uyumlu “Devre sonu belirli süreli rant” formülü ve %5 artırım ve iskonto oranıdır. Bu uygulama, 1993 yılında, işverenlerin isteğiyle sona erdirilip, onun yerini aynı rakamın eşit oranda artırılıp-eksiltildiği ve kazançların hiç artmadığı “progressif rant” yöntemi almıştır.

c) Genel Şartlardaki % 1.8 teknik faiz uygulamasında ise, yalnızca iskonto söz konusudur. Öyle ki, oran arttığında, örneğin % 3 veya % 5 olduğunda, hesaplanan tazminat daha da az olmaktadır. Şimdilik teknik faiz %1.8 olarak kabul edilmekle insaflı davranılmıştır. Ama Genel Şartlar eklerindeki son maddeye göre Hazine Müsteşarlığı hesaplama yönetmelerini (dilediği gibi) her zaman değiştirebilir ve teknik faiz oranını da artırabilir. Yani insafa kalmıştır. 

3- Destek süresi ile aktif ve pasif dönem sürelerinin Hazine Müsteşarlığı’nca belirleneceğine ilişkin açıklama, ölçünün kaçırıldığı bir yetki aşımıdır.  

Genel Şartlar 2 no.lu eki 7.bendinde “Destek süresi ile aktif ve pasif dönem süreleri, Hazine Müsteşarlığı’nın belirleyeceği esaslara göre hesaplanır” denilmiş olup, bir devlet dairesine tanınan bu sınırsız yetki, hukuk sistemine saygısızca bir tecavüz niteliğindedir.

Destek süreleri ile aktif ve pasif dönem süreleri, Sorumluluk Hukuku ilkelerine göre belirlenir; Hazine Müsteşarlığı (konusu insan zararları olmayan bir devlet dairesi olarak) bu konuda yetkili kılınamaz.

Öğretide ve Yargıtay kararlarında, bu konuda kesin kurallar konulmamış, yaşam gerçekleri gözetilmiştir. Aktif dönem sonu genel olarak 60 yaş kabul edilmekte ise de, eğer kişi ileri yaşlarda çalışmasını sürdürüyorsa, "aktivite tablolarından" yararlanılmakla birlikte, kişinin yaptığı işe ve mesleğinin özelliğine göre daha kaç yıl çalışabileceği uzman bilirkişilerce saptanmakta ve aktif dönem süresi buna göre belirlenmektedir. Burada önemli olan nüfus kaydı değil, biyolojik yaştır. Yaşam gerçekleri sınırlanamaz, kesin kurallar konulamaz. Hele Hazine Müsteşarlığı bir devlet dairesi olarak, bu sürelerin tespitini yapamaz, bu konuda kendini yetkili kılamaz. 

Aktif dönem tespiti konusunda Yargıtay kararlarından örnekler verelim:

Desteğin çalışabilme gücü, fiziki ve beden yapısı, çalıştığı işin özellikleri gözönüne alınarak daha kaç yıl çalışıp kazanç sağlayabileceği araştırılmalıdır. Destekten yoksun kalma tazminatında ölenin çalışabilme gücü yani “faal çalışma süresi” esas alınmalıdır. O halde, davacıların ölen desteğinin çalıştığı işin özelliklerine, ölenin fiziki ve beden yapısına göre, mahalli koşullar da gözönüne alınarak, olası yaşam süresi içinde “daha kaç yıl çalışıp kazanç sağlayabileceği” tespit edilmeli ve buna göre zarar belirlenmelidir. (4.HD. 25.09.1979, 4602-10323) - Desteğin çalışabileceği süreye göre tazminat hesaplanmalıdır. Memleketin iktisadi durumu, çalışma şartları, yapılan işin niteliği, sağlık endeksleri ve istatistikler gözönünde tutulmak suretiyle miras bırakanın tespit edilecek çalışabileceği süreye göre (davacıların destekten yoksun kaldıkları tazminat) hesaplanmalıdır. (9HD. 05.06.1970, 727-5963) - Tazminat hesabında çalışabilme ve kazanç sağlayabilme olanağı esas alınmalıdır. Destekten yoksunluk tazminatında “çalışabilme ve kazanç sağlayabilme olanağı” esas alınmalıdır. Memleketin ekonomik durumu, çalışma koşulları, yapılan işin niteliği ve özellikleri, ölenin yaşı, medeni ve fiziki yetenekleri tespit edilip, bu yönler gözönünde bulundurulmak suretiyle daha ne kadar süre “eylemli” olarak çalışabileceği hususu bilirkişiye tespit ettirilmeli ve hasıl olacak sonuç uyarınca bir karar verilmelidir. (4.HD. 12.03.1981, 1960-3054) - İşgörebilirlik çağının 60 yaş esasını aşması olanak dışı değildir. Böyle durumlar, anılan kuralın ayrığıdır ve kabulü için de dayanakları saptamak ve nedenleri hüküm yerinde göstermek gereklidir. (10.HD. 4.3.1975, 806-1227) - İşgörebilirlik çağının daha az ya da daha çok kabulü için işçinin kişiliğine göre, çalıştığı işyeri ile işe ait özel durumların varlığı şarttır. (10.HD. 17.4.1975, 2673-2229) - Davacının işinin özelliği, kişisel nitelikleri gözönünde tutulup gerekçeleri açıklanmak suretiyle tazminatın hesabı gerekir. (HGK. 28.4.1976, 135-1276)  

4- Genel Şartlarda “sakatlık tespitine” ilişkin düzenlemeler hakkında

a) Genel Şartlar A.5 maddesinin (c) bendi ikinci paragrafında "Sürekli sakatlık tazminatına ilişkin sakatlık oranının belirlenmesinde, sakatlık ölçütü sınıflandırılması ve özürlülere verilecek sağlık kurulu raporlarına ilişkin mevzuat doğrultusunda hazırlanacak sağlık kurulu raporu dikkate alınır" denilerek, trafik kazasında yaralanan kişilerin sigortaya başvurularında  (kısa adıyla) Özürlülük Ölçütü Yönetmeliğine göre rapor almaları gerektiği açıklaması yapılmıştır.

Söz konusu yönetmelik yürürlükten kalkmış olup, onun yerini, 20.02.2019 gün 30692 sayılı RG’de yayınlanan “Erişkinler İçin Engellilik Değerlendirmesi Hakkında Yönetmelik” almıştır

Yeni Yönetmeliğin “kapsam” başlıklı 2.maddesi 1.fıkrasında, trafik kazalarından zarar görenlerin bu yönetmeliğe göre rapor alabilecekleri kabul edilmiş ise de, maddenin 3.fıkrasına göre, Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından gelir bağlama işlemlerinde ve dolayısıyla iş kazaları ve meslek hastalıklarında bu yönetmelik geçerli olmayacak; bu bağlamda “trafik-iş” kazalarında, dava açılmadan önce SGK. tarafından gelir bağlanma söz konusu olduğundan, Çalışma Gücü ve Meslekte Kazanma Gücü Yönetmeliği’ne göre işgöremezlik oranı belirlenecek; sigorta şirketleri, olayın trafik kazası yönünü ileri sürerek Genel Şartlara göre yeniden sakatlık oranı belirlenmesini isterlerse, bu istek 5510 sayılı Yasaya aykırı olacaktır.

b) Şu hususu önemle belirtelim ki, amacı ve işlevi farklı olan ve engelliler için düzenlenen Özürlülük Ölçütü Yönetmeliği’nde ve onun yerini alan Engelliler Yönetmeliği’nde yaş ve meslek grupları yer almamakta; sakatlık oranları belirlenirken kişiler arasında fark gözetilmemektedir. 

Oysa, yargıda geçerli yöntemlere, Yargıtay’ın yerleşik kararlarına, sorumluluk hukuku ilkelerine ve Sosyal Güvenlik Kurumu’nun gelir bağlama işlemlerinin devamı niteliğindeki iş kazaları ve meslek hastalıklarından kaynaklanan tazminat davalarındaki uygulamalara göre, sürekli işgöremezlik oranlarının tespitinde yaş ve meslekler dikkate alınmaktadır. Bu iki husus, sorumluluk hukukunun ve tazminat hesaplarının vazgeçilmez unsurlarındandır. Bu yönden de gerek trafik kazalarında ve gerek trafik-iş kazalarında Engelliler Hakkında Yönetmeliğe göre alınacak raporların, tazminat davalarında geçerliği bulunmamaktadır.

Görüldüğü gibi, Genel Şartların A.5 maddesinin (c) bendi ikinci paragrafındaki “sakatlık tespitine” ilişkin düzenleme, doğrudan trafik kazaları ile trafik-iş kazaları arasında farklılık yaratmakta, bir karmaşaya (kaosa) neden olunmakta; hukuk sistemimize zarar verilmektedir.  

c) Yargıtay kararlarına göre, Genel Şartlarda uygulanması istenilen Özürlülük Ölçütü Yönetmeliği ve onun yerini alan Engelliler Yönetmeliği geçerli olmayıp, trafik kazasında beden gücü kaybına uğrayan kişilerin güç kaybı (sakatlık) oranlarının, Çalışma Gücü ve Meslekte Kazanma Gücü Kaybı Yönetmeliğine göre belirlenmesi; bu yönetmeliğin yürürlüğe girmesinden önceki olaylarda Sosyal Sigorta Sağlık İşlemleri Tüzüğü’ne göre ve bu yönetmelikten sonra yayınlanan Maluliyet Tespiti İşlemleri Yönetmeliğine göre rapor alınması gerekmektedir. Kararlardan birkaç örnek, özetle:

Davacı tarafça dosyaya sunulan Özürlü Sağlık Kurul Raporu'na göre davacının daimi maluliyetinin bulunduğu kabul edilerek aktüer hesabı yaptırılması doğru olmamıştır.

Mahkemece, maluliyet oranının olay tarihinde yürürlükte bulunan Çalışma Gücü ve Meslekte Kazanma Gücü Kaybı Oranı Tespit İşleri Yönetmeliğine uygun şekilde tespiti için Üniversite hastanelerinin Adli Tıp kürsüsünden veya Adli Tıp Kurumu'ndan rapor alınarak sonucuna göre hüküm kurulması gerekir.

17.HD. 21.03.2017,  E.2014/19206 K.2017/2847

Maluliyet raporu, olay tarihinde yürürlükte olan “Çalışma Gücü ve Meslekte Kazanma Gücü Kaybı Oranı Tespit İşlemleri Yönetmeliği” hükümlerine göre düzenlenmeli; Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Kurulundan veya Üniversite Hastanelerinin yetkili kurullarından rapor hazırlanması istenmeli, rapor sonucuna göre zarar kapsamı belirlenip hüküm kurulmalıdır.

4.HD. 17.09.2018, E. 2018/1879 K. 2018/5457

Mahkemece, kaza tarihinde yürürlükte olan Çalışma Gücü ve Meslekte Kazanma Gücü Kaybı Oranı Tespit İşlemleri Yönetmeliğine uygun rapor alınmalıdır.

17.HD. 22.03.2018, E. 2015/8667 K. 2018/3221

Kaza tarihinde yürürlükte olan Maluliyet Tespiti İşlemleri Yönetmeliğine uygun rapor alınarak sonucuna göre karar verilmesi gerekir.

17. HD. 16.10.2019, E. 2016/14025 K. 2019/9516

Mahkemece, Eğitim Araştırma Hastanesi tarafından düzenlenen Özürlü Sağlık Kurulu raporu benimsenmiş olup bu raporda, davacının kaza sebebiyle kalıcı maluliyetinin bulunmadığı bildirilmiş; mevzuata uygun maluliyet değerlendirmesi yapılmamıştır. Bu durumda mahkemece, Çalışma Gücü ve Meslekte Kazanma Gücü Kaybı Oranı Tespit İşlemleri Yönetmeliği’ne göre, Adli Tıp Kurumu’ndan veya Üniversitelerin Adli Tıp Anabilim Dalı Başkanlıkları'ndan, davacının sürekli çalışma gücü kaybı bulunup bulunmadığına ve varsa oranı konusunda ayrıntılı, gerekçeli ve denetime elverişli rapor alınarak sonucuna göre karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiştir.

17.HD. 11.12.2017, E. 2015/4112 K. 2017/11480

5- Yaşam boyu bakım giderleri hakkında       

Genel Şartların “kapsama giren teminat türleri” başlıklı A.5 maddesinin (b) bendinde "bakıcı giderleri" tedavi giderleri kapsamında kabul edilirken, (c) bendinde “yaşam boyu bakım giderleri" sürekli sakatlık teminatı kapsamına alınmıştır. Oysa, geçici işgöremezlikte söz konusu olan "bakıcı giderleri" ile ileri derecede sakatlıktaki "yaşam boyu bakım giderleri" arasında nitelikçe bir fark yoktur; ikisinin de tedavi giderleri kapsamında olması gerekir. Çünkü, Yargıtay'ın pek çok kararlarında, yaşam boyu alınacak ilaçlar, gene yaşam boyunca belli zaman dilimlerinde değiştirilecek protezler tedavi giderleri kapsamında olduğuna göre, "bakım işi" de bir tedavi türü kabul edilmek gerekir.

Yargıtay kararlarına göre, yaşam boyu bakım giderleri “tedavi giderleri” kapsamında olup, Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından değil, sigorta şirketleri tarafından ödenmesi gerekmektedir.    

Yaşam boyu bakım giderlerinin tedavi giderleri kapsamında olduğuna ilişkin Yargıtay kararlarından örnekler:  

Bakıcı giderleri de tedavi giderleri kapsamındadır. Limitler dahilinde davalı trafik sigortacısı tedavi giderlerinden de sorumludur.

(11.HD. 12.02.2004, E.2003/6318 K.2004/1185)

Sürekli bakıma muhtaç kalacak derecede yaralanan davacı, tedavi masraflarından başka bakıcı masraflarını istemiştir. Davalı sigorta şirketinin bakıcı masraflarından sorumlu tutulmaması doğru olmamış, kararın davacı yararına bozulması gerekmiştir.

(17.HD. 25.6.2012, E.2012/7593 K.2012/ 7977)

2918 sayılı KTK’nun, 6111 sayılı Yasa’nın 59. maddesiyle değişik 98. maddesine göre, tedavi giderleri SGK. tarafından karşılanacak ise de, kazazedelerin, bunun dışında kalan bakıcı veya tedaviye bağlı sair harcamaları, sigorta şirketlerinin ve Güvence Hesabının tedavi teminatları kapsamında, yine sigorta şirketleri ve Güvence Hesabı tarafından karşılanmaya devam edecektir.

(17.HD. 11.05.2012, E.2011/7758 K. 2012/6081)

2918 sayılı Yasanın değişik 98. maddesine göre, tedavi giderlerinden sorumluluk Sosyal Güvenlik Kurumu'na geçmiş ise de, yasa kapsamı dışında kalan giderlerden sigorta şirketinin sorumlu tutulması gerekir. Bakıcı giderlerinin tedavi gideri kapsamında davalı sigorta şirketinden tahsilinde bir usulsüzlük bulunmamaktadır.

(17.HD. 24.01.2013, E. 2012/362 K. 2013/578)

2918 sayılı KTK’nun, 6111 sayılı Yasa’nın 59. maddesiyle değişik 98. maddesine göre, tedavi giderleri SGK. tarafından karşılanacak ise de, kazazedelerin, bunun dışında kalan bakıcı veya tedaviye bağlı sair harcamaları, sigorta şirketlerinin ve Güvence Hesabının tedavi teminatları kapsamında, yine sigorta şirketleri ve Güvence Hesabı tarafından karşılanmaya devam edecektir.

(17.HD. 14.11.2012, E. 2011/9399 K. 2012/12504)

6- Hazine Müsteşarlığı’nın sınırsız yetkisi hakkında

Genel Şartlar 2 no.lu ekin 10.bendinde ve 3.no.lu ekin 8. bendinde “Yukarıdakiler dışında hesaplamaya ilişkin diğer hususlar ile hesaplamaya ilişkin standartlar Hazine Müsteşarlığı tarafından belirlenir” denilerek, Hazine Müsteşarlığı’na yasaların ve hukukun temel ilkelerinin üstünde sınırsız bir yetki tanınmıştır.

Bunun açık anlamı şudur: Artık bundan böyle tazminat hesaplama esasları, Yargıtay kararlarına göre değil, Hazine Bakanlığı bürokratlarının buyruklarına, daha doğrusu sigorta şirketlerinin isteklerine göre belirlenecek; tazminat ve sorumluluk hukukuna ilişkin bütün kitaplar, Yargıtay’ın yetmiş yılı aşan kararları, öğretideki görüşler çöpe atılacak, sigortacılar Türk Hukuk sistemini yeniden düzenleyeceklerdir.

Yaşasın sigortalar, yaşasın  kapitülasyonlar !